Gazze’de nihayet bir ateşkes ilan edildi. Fakat bu kelime, bölgede defalarca duyulmuş, umutla karşılanmış ve her defasında ihanete uğramış bir kelimedir. Ateşkesin anlamı, Gazze halkı için artık sadece nefes almak kadar kısa, su kadar değerli ama bir o kadar da kırılgandır.
Bugün Gazze’de silah sesleri azaldıysa bile, gökyüzünde hâlâ korkunun sesi yankılanıyor. Yıkılmış evlerin arasında oynayan çocukların gözleri, barışa değil, bir sonraki bombardımana hazırlanmış gibi. Çünkü Filistinli olmak, her ateşkeste yeniden kandırılmak anlamına geldi artık.
Bu “ateşkes” gerçekten kalıcı mı? Yoksa sadece uluslararası toplumun vicdanını birkaç günlüğüne rahatlatmak için atılmış diplomatik bir imza mı?
Sorunun cevabı, ne yazık ki yine siyasetin karanlık odalarında gizli. İsrail’in güvenliği “garanti altına alınırken”, kimse Gazze’nin güvenliğini konuşmuyor. Oysa esas mesele tam da bu: Gazze’nin de garanti altına alınması.
Gazze’nin güvenliği sadece bir coğrafyanın değil, insanlığın onurunun da teminatıdır.
Eğer bu ateşkes, Filistin halkını bir sonraki saldırıya hazırlayan geçici bir mola olacaksa, o zaman bu suskunluk barış değil, sadece fırtına öncesi sessizliktir.
Her yıkılan bina, her göç eden aile, her kaybolan çocuk, bize tek bir gerçeği haykırıyor:
Kalıcı barış, sadece Gazze’ye adalet geldiğinde mümkündür.
Gazze’yi yeniden inşa etmek, yalnızca tuğla dizmek değil; insanlığın vicdanını da onarmaktır.
Ateşkesin arkasındaki diplomatik satırlara değil, sahadaki insanların gözyaşlarına bakmak gerekir. Çünkü o gözyaşları hâlâ kurumadı.