Büyüyoruz Ama Yoksullaşıyoruz: Türkiye Ekonomisinin Sessiz Çelişkisi
Ekonomide “büyüme” rakamlarının yukarı yönlü gelmesi, uzun süredir Türkiye’nin vitrini olarak sunuluyor. Ancak vitrine yaklaştığınızda, camın arkasındaki ürünün fiyatı da her ay değişiyor. Rakamlar harika; fakat mutfağa, pazara, kiraya, iş gücüne yansıyan tablo kırılgan. Türkiye, istatistik olarak büyürken sosyal gerçeklik olarak daralan bir ülkeye dönüşüyor.
Sorunun kökü basit: Ekonomik büyüme gelire, fırsata, alım gücüne ve yaşam standardına eşit biçimde yansımıyor. Üretimde genişleme var; ama vatandaşın cebine düşen karşılık, enflasyon ve maliyet yükleri altında eriyor. Hızlı büyümenin maliyeti, toplumun büyük bölümüne “sessiz bir yoksullaşma” olarak dönüyor.
Bugün orta sınıf fiilen ikiye ayrılmış durumda:
Hayatta kalmaya çalışanlar ve eldekini korumaya çalışanlar.
Yükselme umudu ise giderek zayıf. Çünkü gelir artış hızının çok üzerinde seyreden harcama yükü, çalışan kesimi yapısal bir baskıya sokuyor. İş gücü piyasası esnekleşiyor, güvencesizlik artıyor, reel ücretler geriliyor. Ekonominin üst katlarında ışıklar yanıyor olabilir; fakat zemin katta yaşam giderek kararıyor.
Asıl tehlike, bu çelişkinin normalleşmesidir.
Büyümenin toplumda gerçek bir refah üretmediği bir düzen, sürdürülebilir değildir. Ekonomi büyürken halk yoksullaşıyorsa, o büyüme sağlıklı değildir. Çünkü büyümeyi taşıyan toplumsal enerjinin kaynağı, güven duygusu ve geleceğe dönük beklentidir. Bu beklenti çökerse, ekonomi duvarın önünde durur.
Bugün Türkiye’nin ihtiyacı, “büyüdük” demekten çok “refahı paylaştırdık” diyebilecek bir ekonomik mimaridir.
Üretim var; ama değer paylaşımı zayıf.
İhracat artıyor; ama ücret dengesi çöküyor.
Şirketler kâr ediyor; ama haneler nefes alamıyor.
Bu tabloyu değiştirecek olan, makyaj değil; sistemin kendisidir. Vergi adaletinden ücret politikasına, yatırım ortamından hukuk güvenliğine kadar her başlık, refahın tabana yayılmasını sağlayacak şekilde yeniden kurulmadıkça büyüme yalnızca bir grafik süsü olarak kalacaktır.
Türkiye’nin gerçek ekonomik başarı hikâyesi, rakamlarla değil, halkın yaşam standardıyla yazılır.
Bugün sorulması gereken tek soru şudur:
“Ekonomi gerçekten büyüyor mu, yoksa yalnızca istatistikler mi şişiyor?”
Cevap ortada.
Bu çelişki çözülmeden Türkiye’nin hikâyesi tamamlanmayacak.





